I. Dürüst davranma
B. Hukukî ilişkilerin kapsamı
I. Dürüst davranma
Madde 2 - Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.
Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.
I-) Yargı Kararları:
1-) YİBK, T: 30.09.1988, E: 1987/2, K: 1988/2:
Bkz. madde 716.
2-) YHGK, T: 13.07.2011, E: 2011/4-410, K: 2011/511:
“… hakkın kötüye kullanımı kurumu hukukun şekilciliğinden doğan sertliği gidermek maksadıyla ortaya çıkmıştır. Zira teknik gerçekler dolayısıyla belli kalıplara sokulmuş olan hukuk kuralları tarafından kişilere tanınan yetkilerin olduğu gibi kullanılması, diğer kişiler ve toplumlar için çoğu kez katlanılması güç olan sonuçlar doğurabilecektir. İşte bu noktada TMK’nun 2/II. maddesi önem taşımakta olup, bu hüküm hukukta ortaya çıkabilecek bu gibi gerçek olmayan kanun boşluklarının giderilmesi amacını gütmektedir.
Bir hakkın dürüstlük kuralına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar verilmesi hakkın kötüye kullanımını oluşturur. TMK’nun 2/I hükmü herkesin haklarını, toplumda geçerli doğruluk dürüstlük ve iş ilişkilerinin gerektirdiği karşılıklı güven anlayışına uygun olarak kullanmasını emreder. Hakkın kullanımı ölçütünü Medeni Kanununa göre dürüstlük kuralları verir. Bunun yanında ayrıca hak sahibinin başkasını ızrar kastıyla hareket etmiş olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Önemli olan başkasına zarar vermek kastı değil; hakkın dürüstlük kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır...
Kanunun 2. maddesinde yer alan dürüst davranma “hakların kullanılması” ve “borçların yerine getirilmesinde” söz konusu olur.
Dürüst davranma “bir hak sahibinin hakkını kullanırken veya bir borçlunun borcunu yerine getirirken iyi ve doğru hareket etmesi yani dürüst, namuslu, makul, fiilinin neticesini bilen, orta zekalı her insanın benzer hadiselerde takip edecek olduğu yolda hareket etmesi” anlamındadır.
O halde bir hak sahibi hakkını kullanırken veya bir borçlu borcunu yerine getirirken yukarıda belirtilen ilkelere uygun hareket etmek durumundadır; aksi halde, haklarını kötüye kullandıkları sonucuna varılabilecektir. …”
3-) YHGK, T: 11.11.2009, E: 2009/14-456, K: 2009/496:
“… Sözleşme hukukuna egemen olan sözleşmeye bağlılık (Ahde Vefa - Pacta Sund Servanda) ilkesine göre, sözleşme yapıldığı andaki gibi uygulanmalıdır. Sözleşme koşulları borçlu için sonradan ağırlaşmış, kararlaştırılan edimler dengesi sonradan çıkan olaylar nedeniyle değişmiş olsa bile, borçlu sözleşmedeki edimini aynen ifa etmelidir. Ancak, sözleşme … yapıldığında karşılıklı edimler arasında olan denge sonradan şartların olağanüstü değişmesiyle büyük ölçüde tarafların biri aleyhine katlanılamayacak derecede bozulabilir. İşte bu durumda sözleşmeye bağlılık ve sözleşme adaleti ilkeleri arasında bir çelişki hasıl olur ve artık bu ilkeye sıkı sıkıya bağlı kalmak adalet, hakkaniyet ve objektif hüsnüniyet (TMK m. 4, 2) kaidelerine aykırı bir durum yaratır hale gelir. Hukukta bu zıtlık (Clausula Rebus Sic Stantibus -Beklenmeyen Hal Şartı) sözleşmenin değişen şartlara uydurulması ilkesi ile giderilmeye çalışılmaktadır. Tarafların iradelerini etkileyip sözleşmeyi yapmalarına neden olan şartlar daha sonra önemli surette değişmişse artık taraflar o akitle bağlı tutulamazlar, değişen koşullar karşısında TMK’nın 2. maddesi uyarınca sözleşmenin yeniden düzenlenmesi imkanı hasıl olur…”
4-) YHGK, T: 08.12.2004, E: 2004/14-610, K: 2004/656:
“… Taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden, Borçlar Kanunun 125. maddesi gereğince on yıllık zamanaşımı süresi uygulanır ve bu süre sözleşmenin ifa olanağının doğmasından sonra işlemeye başlar. Ancak, satışı vaat edilen taşınmaz, sözleşme ile veya fiilen satış vaadini kabul eden kişiye, yani vaat alacaklısına teslim edilmiş ise, on yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra açılan davalarda, zamanaşımı savunması Medeni Kanunun 2. maddesi uyarınca iyiniyet kuralları ile bağdaşmayacağından dinlenmez. …”
5-) YHGK, T: 28.01.2004, E: 2004/6-50, K: 2004/38:
“… Medeni Kanunun 2.maddesi hukuk sistemimiz bakımından çok önemli iki prensibi açıklar. Bunlardan birincisi, her somut olayda hakların kullanılmasının kapsam ve içeriğini sınırlayan “objektif iyi niyet” ikincisi ise, hakların kötü kullanılmasının sonucunu gösteren ve bunun hukuk tarafından korunmayacağını bildiren “hakkın kötüye kullanımı yasağı”dır.
Hakkın kötüye kullanılması yasağı (Abus de Droit, Rechtsmissbrauch) Kurumu, hukukun şekilcilikten doğan sertliğinin sakıncalarını gidermek amacıyla ortaya çıkmıştır. Zira teknik gerekler nedeniyle belli kalıplara sokulmuş olan hukuk kuralları tarafından bireylere tanınan yetkilerin olduğu gibi kullanılması, diğer bireyler ve toplum için, çoğu kez katlanması güç sonuçlar doğurabilir. İşte MK.m.2/II, hukukta ortaya çıkabilecek olan bunun gibi adalete uygun olmayan yasa boşluklarının giderilmesi amacıyla konulmuş bir hükümdür.
Medeni Kanunun 2.maddesinde öngörülen kuraldan bir hakkın objektif iyiniyete açıkça aykırı kullanılmasının hakkın kötüye kullanılması halini oluşturduğu anlaşılmaktadır. Öğretide baskın olan görüş bu olduğu gibi ... Yargıtay uygulamalarında da bu şekilde anlaşılmaktadır (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 22.01.1958 tarih ve 1958/1-7 sayılı kararı, Tatbikatta Yargıtay Kararları 1958, s.9.).
Bir hakkın, objektif iyi niyet kurallarına aykırı olarak kullanılması suretiyle başkasına bir zarar vermesi, hakkın kötüye kullanımını oluşturur. MK.m.2/1 hükmü herkesin haklarını toplumda geçerli doğruluk, dürüstlük ve iş ilişkilerinin gerektirdiği karşılıklı güven anlayışına uygun olarak kullanmasını emreder. Hakkın kötüye kullanımının ölçütünü, Medeni Kanunumuza göre objektif iyi niyet kuralları verir. Bunun yanında ayrıca hak sahibinin başkasını izrar kasdıyla hareket etmiş olup olmadığını araştırmaya gerek yoktur. Önemli olan, başkasına zarar verme kastı değil, fakat hakkın objektif iyi niyet kurallarına aykırı olarak kullanılması sonucunda başkasının zarar görmüş olmasıdır.
Bu, genel bir ölçüttür. Şöyle ki, hakkın başkalarına zarar vermek maksadıyla kullanılması, doğruluk ve dürüstlük kurallarına aykırı olması itibariyle bu ölçütün kapsamına girdiği gibi, hakkın hak sahibine gerçek hiçbir menfaat veya çok küçük bir menfaat sağlamasına karşılık, başkalarının hukuken korunan önemli menfaatlerini … zedelemesi de yine objektif iyi niyete aykırı olduğundan, hakkın kötüye kullanımını oluşturur. Zira haklar, şahıslara belli yasal (meşru) menfaatlerin gerçekleşmesini sağlamak amacıyla tanınmaktadır. Bir kimsenin, hukuken korunan bir menfaati olmaksızın hakkını kullanması ve bu kullanım sonucunda bir diğerinin yasal menfaatlerini çiğnemesi (zedelemesi) hukuken korunamaz (himaye edilemez). Aynı gerekçe iledir ki, bir hakkın, amacına aykırı olarak kullanılması da onun kötüye kullanımı mahiyetindedir. Objektif iyi niyet kuralları, hakkın karşı tarafta uyandırılan güvene aykırı surette kullanılmasının da hakkın kötüye kullanımı olarak kabulünü gerektirir.
Hakkın kötüye kullanımının genel yaptırımı, hukuk düzeninin her hangi bir hakkın objektif iyi niyet kurallarına aykırı olarak kullanılmasını korumamasıdır (himaye etmemesidir). Bu, bir kimsenin hakkını objektif iyi niyet kurallarına aykırı olarak kullanmakla gerçekleşmesini arzuladığı amacın ya da hukuki sonucun elde edilmesini sağlayacak imkanlardan yoksun bırakılması demektir.
Genel mahiyetteki bu yaptırım, hakkını kötüye kullanan kimsenin davacı veya davalı durumunda bulunduğu hallerde önemli sonuçlar doğurur. Çünkü hakkını kötüye kullanan kimseden ilke olarak ileri sürdüğü hak esirgenecektir.
Hal ve şartlardan bir hakkın doğruluk, dürüstlük, ahlak ve karşılıklı güven kurallarına uygun olarak kullanılmış olduğunu veya amacından saptırılmış bulunduğunu anlayan hakim, taraflarca bu yolda bir iddiada bulunulmamış … ” (olsa) “ … dahi, bunu kendiliğinden dikkate almalıdır (YHGK, 17.01.1951 tarih ve 1951/1-274-151 sayılı ilamı)…
Öte yandan 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanunun konu ile ilgili 7.maddesinin (d) bendinde; Bir taşınmaz malı Medeni Kanun hükümlerine göre edinen kimse kendisi veya eşi veya çocukları için tamamen veya kısmen mesken olarak ve yine kendisi veya eşi veya çocukları için bir meslek veya sanatın bizzat yürütülmesi amacıyla işyeri olarak kullanma gereksiniminde ise, tapudan edinim tarihinden itibaren bir ay içinde kiracıya ihtarname göndermek koşuluyla ediniminden 6 ay sonra tahliye davası açabileceğini öngörmüştür. Yasa maddesinden de açıkça anlaşılacağı üzere taşınmaz malın satın alınması ve buna işyeri ya da konut olarak ihtiyaç duyulması durumunda, yukarıda açıklanan koşullar dışında ayrıca, 634 sayılı Kat Mülkiyeti Yasasının 24. maddesinde aranan biçimde bir koşul öngörülmemiştir.
Bu açıklamaların ışığında somut olaya baktığımızda; dava konusu taşınmaz tapuda mesken olarak kayıtlı olmasına, gerek yönetim planında bu konuda bir açıklık bulunmamasına, gerekse kat malikleri kurulunca oybirliği ile alınmış bir karar bulunmamasına rağmen bu yerin davalı kiracıya fotoğraf stüdyosu olarak kullanılmak amacıyla kiraya verildiği ve ibraz edilen kira sözleşmesine göre; davalının bu yeri 02.02.1999 tarihinden bu güne kadar işyeri olarak kullandığı, buna diğer kat maliklerinin bir itirazı olduğuna dair bir bilgi yada iddianın dosyaya yansımadığı, davacının daha önce Yozgat’ta eczacılık işi ile uğraşırken, kızının Ankara’da Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesini kazanması üzerine Ankara’da bir ev tuttuğu, sık sık Ankara’ya gelip gittiği daha sonra da Yozgat’ta bulunan eczanesini Ankara’ya taşımak istediği ve bu amaçla dava konusu taşınmazı 26.12.2001 tarihinde satın aldığı, 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanunun 7/d maddesi gereğince 1 aylık yasal süre içinde ihtar çekip 6 aylık bekleme süresi sonunda bu davayı açtığı, bilirkişi raporlarına, göre, dava konusu taşınmazın fiziki olarak eczane olarak kullanılmasına uygun olduğu anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, yerel mahkemenin bunu amaçlayan direnme kararı doğrudur. …”
6-) YHGK, T: 07.05.2003, E: 2003/13-332, K: 2003/340:
“... Davacı, davalının maliki olduğu taşınmazı 01.10.2000 tarihli ve 5 yıl süreli kira sözleşmesi ile kiraladığını, sözleşme ile aylık kira bedelinin 2000 Amerikan Doları olarak kararlaştırıldığını, ancak 2001 yılı Şubat ayı ortalarında yaşanan ekonomik kriz nedeniyle dolar kurunun önceden tahmin edilemeyecek derecede yükseldiğini, sözleşmenin düzenlendiği sıradaki dengenin aleyhine bozulduğunu ileri sürerek, aylık kira bedelinin 1200 dolara uyarlanmasını istemiştir… Tarafların iradelerini etkileyip sözleşmeyi yapmalarına neden olan şartlar daha sonra önemli surette, çarpıcı, adaletsizliğe yol açan olayların gerçekleşmesi ile değişmişse, taraflar artık o akitle bağlı tutulmazlar. Değişen bu koşullar karşısında M.K. 2. maddesinden yararlanılarak sözleşmenin yeniden düzenlenmesi imkanı hasıl olur…
Sözleşmenin yeni durumlara uyarlanması yapıl(ı)rken önce sözleşmede, daha sonra kanunda bu hususta intibak hükümlerinin bulunup bulunmadığına bakılır. Sözleşmede ve kanunda hüküm bulunmadığı takdirde sözleşmenin değişen hal ve şartlara uydurulmasının gerekip gerekmeyeceği incelenir. Bazen de sözleşmede olumlu ve olumsuz intibak kaydı bulunmakla beraber, bu kayda dayanılarak sözleşmenin kayıtla birlikte aynen uygulanmasını talep etmek MK.md. 2/2 hükmü anlamında hakkın kötüye kullanılmasını manasına gelebilir. Böyle bir durumda sözleşmedeki intibak kaydına rağmen edimler arasında aşırı bir nispetsizlik çıkmışsa uyarlama yine yapılmalıdır…”
7-) Y. 13. HD, T: 30.10.1995, E: 1995/8582, K: 1995/9381:
“… Davacı, satıcı ve alıcı olan davalıların imzasını taşıyan 06.10.1993 tarihli sözleşmeye dayanmıştır. Bu sözleşmede davacı tellalın imzası yoktur. Tellallık sözleşmesinin hukuken geçerli olabilmesi için akdin yazılı şekilde yapılması gerekir. (BK. Madde 404) Başka ifade ile bu sözleşmenin yazılı yapılması geçerlilik ve sıhhat şartıdır. Yazılı şekilde ... sözleşmenin mahiyet ve konusunu göstermeye yeterli olan …” (açıklamaların) “… ve borç altına girenlerin imzalarının bulunması şarttır. Oysa sözleşme altında davacı tellalın imzası yoktur. Bu nedenle sözleşme geçersizdir. Ne var ki davalı M. Şahin davacının da iddia ettiği gibi davacıya 2.000.000 Lira ücret ödediğini bildirmek suretiyle bu sözleşmeyi kısmen ifa ettiğini kabul etmiştir. Bu durumda sözleşmenin geçersizliğini ileri sürmek objektif iyi niyet kurallarıyla bağdaşmaz. (MK. madde 2) İcra edilen bir akitte şekil eksikliği nazara alınamaz. Bu durumda sözleşmenin geçerli olduğunun kabulü zorunludur… ”
II-) Türk Kanunu Medenîsi:
B Medeni Hakların Şümulü
I. Umumî vazifeler
Madde 2
Herkes haklarını kullanmakta ve borçlarını ifada hüsnü niyet kaidelerine riayetle mükelleftir.
Bir hakkın sırf gayri izrar eden suiistimalini kanun himaye etmez.
III-) Madde Gerekçesi:
Yürürlükteki Kanunun 2 nci maddesini karşılamaktadır.
Maddenin konu başlığı “Medenî hakların şümulü” yerine “Hukukî ilişkilerin kapsamı” şeklinde değiştirilmiştir. Gerçekten de yürürlükteki Kanunun 2 ve 3 üncü maddelerinde kişilerin medenî haklarının kapsamı değil, kişilerin hukuk ilişkilerinde hakları kazanmaları ile borçlarını ifa etmelerinin kapsamı düzenlenmiştir. Bu sebeple 2, 3 ve 4 üncü maddelerin konu başlığı olarak “Hukukî ilişkilerin kapsamı” deyimi kullanılmıştır.
Yürürlükteki Kanunun 2 nci maddesinde, kişilerin haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymakla yükümlü oldukları düzenlenmektedir. Gerek öğretide, gerek yargı kararlarında bu maddenin “doğruluk ve dürüstlük kurallarına” ilişkin genel ilkeyi ortaya koyduğu kabul edilmektedir. Maddenin içerik ve amacına uygun olarak kenar başlığı bu sebeple, “Dürüst davranma” olarak değiştirilmiştir. Bu deyim, bir sonraki maddede yer alan sübjektif iyiniyet ile bu maddede düzenlenen iyiniyeti birbirinden ayırt etmeye hizmet etmesi bakımından da daha isabetli görülmüştür.
Madde içerisinde de iyiniyet sözcüğü yerine “dürüstlük kurallarına uymak” ifadesi kullanılmıştır. Maddenin ifadesi arılaştırılmak suretiyle daha anlaşılır bir şekle sokulmuştur. Maddede, ayrıca ödevi de ifade edecek şekilde geniş anlamda “borç” ibaresine yer verilmiştir.
IV-) Kaynak İsviçre Medenî Kanunu:
1-) ZGB:
B. Inhalt der Rechtsverhältnisse
I. Handeln nach Treu und Glauben
Art. 2
1 Jedermann hat in der Ausübung seiner Rechte und in der Erfüllung seiner Pflichten nach Treu und Glauben zu handeln.
2 Der offenbare Missbrauch eines Rechtes findet keinen Rechtsschutz.
2-) CCS:
B. Etendue des droits civils
I. Devoirs généraux
Art. 2
1 Chacun est tenu d’exercer ses droits et d’exécuter ses obligations selon les règles de la bonne foi.
2 L’abus manifeste d’un droit n’est pas protégé par la loi.
V-) Yararlanılabilecek Monografiler:
Şener Akyol; Dürüstlük Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı, İstanbul, 2006.
Şener Akyol; Medeni Hukukta Çelişki Yasağı, İstanbul, 2007.
Ramazan Arslan; Medenî Usul Hukukunda Dürüstlük Kuralı, Ankara, 2009.
Turgut Öz; Taşınır Mülkiyeti Devrinin Borçlandırıcı İşlemle İlişkisi – Borç Olmayan Şeyin Ödenmesi – Gerçekleşmeyen Sebebe Dayanan İktisap – Şekle Aykırılığın Dürüstlük Kuralı Yardımıyla Aşılması, İstanbul, 2020.